loading.gif
mobile-banner-bg

100.Yılında Kutü’l -Amare Savaşı Osmanlının Son Zaferi

...
02 Mayıs 2016 - Pazartesi

Ak Parti İstanbul İl Başkan Yard. ve Çevre Şehir Kültür Birim Başkanı F.Ahmet Balin’in Kut’ül Amare Zaferi Sunum Notları

Osmanlı Devleti, bir ölüm-kalım mücadelesi verdiği I. Dünya Savaşı’nda yedi cephede, yedi devletin ordularıyla harp etmişti. 1914-1918 yılları arasında dört yıl süren bu amansız mücadelede Türk tarihinin en şanlı sayfalarının yazıldığı Çanakkale Zaferi’nden sonra kazanmış olduğumuz diğer büyük ve anlamlı zafer; Irak Cephesi’nde 29 Nisan 1916’da Kûtülamâre’de kuşatılarak 4,5 aylık bir muhasaradan sonra 13.309 kişilik İngiliz ordusunun esir alınmasıyla sonuçlanan Kût’ülamâre Zaferi’dir.

 

 Kût’ülamâre bölgesi, Bağdat’ın 170 km güneyinde, Dicle Nehri’nin kenarında, Basra Körfezinin az yukarısında yer alan Osmanlı topraklarıydı.

Osmanlı Devleti, 1914 Ağustos ayında I. Dünya Savaşı başladığında tarafsızlığını ilan ederek bu savaşa dahil olmamıştı. Ancak Almanya ile imzalamış olduğu ittifak antlaşması sebebiyle 1914 yılı Ekim ayı sonunda “Karadeniz Baskını” adıyla bilinen, iki Alman gemisinin Türk donanmasına katılıp bu gemilerin de Rus limanlarını topa tutmasıyla bir oldu-bitti ile fiilen savaşın içine çekilmişti.

 İngiliz, Fransız ve Rusya’nın oluşturduğu itilaf devletlerince 1.dünya paylaşım savaşı ile 20.yüzyıl, dünya tarihi açısından en kanlı ve vahşi bir yüzyıl olmuştur. 

 Kut’ul-Amare zaferinin tarihimizdeki yerinin hakkıyla kavranabilmesi, niçin ve nasıl cereyan ettiğinin anlaşılabilmesi için öncelikle Kut’u, 1.Dünya Savaşı bağlamında tahlil ve analiz etmek gerekmektedir.

 Osmanlı Devleti, Kut’ül Amare Zaferinin yaşandığı Irak Cephesi dışında şu cephelerde Osmanlı savaşmıştır.


Kafkasya Cephesinde Ruslara karşı verilen mücadelede Enver Paşa kumandasındaki Türk ordusu 21 Aralık 1914'te Sarıkamış yakınında Allahuekber Dağları'nda 1915 Ocağı'nın ilk haftasında ağır bir yenilgiye uğradı. 130.000 kişilik asker mevcudunun 60.000'i çarpışmalarda veya soğuktan donarak hayatını kaybetti. Geri kalanlar esir düşmüştü.

 

Çanakkale Cephesi, Ruslara yardım götürmek, İstanbul’u alıp Osmanlıyı saf dışı bırakmak için İtilaf devletleri tarafından bu cephe açılmıştır. 18 Mart 1915’de denizden başarılı olamayınca, 25 Nisan 1915 de karadan asker çıkarmalarına rağmen kara savaşlarında da başarılı olamayınca İtilaf Devletleri çekildiler.

 

 

Hicaz-Yemen Cephesi ise  1916 yılında İngilizlerin kışkırtmasıyla, Araplar kendilerini koruyan Osmanlı Kuvvetlerine karşı ayaklandı. Mekke Emiri Şerif Hüseyin, bağımsızlığını ilan ederek Hicaz'ı büyük oranda ele geçirdi. Buradaki Osmanlı direnişinin sembolü Fahrettin Paşa’nın Medine müdafaası olmuştur. Yemen'de İmam Yahya Osmanlılara bağlı kalırken Asir'de Seyyid İdris de İngilizlerin yanında yer alarak Osmanlıya karşı ayaklanmaya katılmıştır.

 

Kanal Cephesi - Sina ve Filistin Cephesi, I. Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın isteği üzerine açılan bir cephedir. Osmanlı Ordusu, 1915'te Birinci Kanal Harekâtı'nı, 1916'da İkinci Kanal Harekâtı'nı düzenledi. Amaç; Osmanlı İmparatorluğu'nun Süveyş Kanalı'nı ele geçirmesi, ve Mısır'a yeniden sahip olmasıydı. Başarılı olunursa İngilizlerin Uzak Doğu'daki sömürgeleri ile bağlantısı kesilecekti. Ancak harekatlar başarısızlıkla sonuçlandı ve Arapların da etkisiyle Osmanlı Ordusu Suriye'ye kadar geri çekilmek zorunda kaldı.

 

İran Cephesi, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu-Büyük Britanya ittifakı arasında, İran'ın kuzeybatısındaki bölgede 1.Dünya  Savaşı boyunca birçok çatışmanın yaşandığı cepheye verilen isimdir. Bu cephe, Osmanlıların kendi toprakları dışında savaştığı ve ikinci dereceden önem taşıyan bir cephedir. İran topraklarında Tebriz’i alıp doğuya doğru yönelen Osmanlılar, Bakü’yü kuşatıp şehri almışlardır.

Rusya'daki Ekim Devrimi ve sonrasındaki karışıklıklar, İran, Azerbaycan, Dağıstan ve bazı Kafkas topraklarının Osmanlı Ordusu 'nun denetimine girmesini sağladı. Osmanlıların 1.Dünya Savaşı 'nı kaybetmesi üzerine İmzalanan Mondros Ateşken Antlaşması 'nın maddelerinden biri de Osmanlılar'ın işgal etmiş olduğu İran ve Kafkasya'daki topraklardan ordusunu derhal geri çekmesi idi. Bu antlaşma gereğince Osmanlı Ordusu bölgeden çekildi. Daha sonra bu bölgeler Rus ve İngilizlerin işgaline uğradı.

 

Galiçya, Makedonya, Romanya ve Balkan Cephesi, İttifak devletleri safında yer alan Osmanlı İmparatorluğunun, kendi toprakları dışında Avrupa’da müttefiklerine yardım için savaştığı cephelerdir. Osmanlı Devleti 1916-1917 yılları arası 25.000 askerle, Bulgaristan, Almanya ve Avusturya-Macaristan'a destek verdi.

 

 

 

 Tekrar Irak Cephesi ve Kut’ül Amare Savaşlarına dönersek; Uzun yıllardan beri Basra Körfezi ile yakından ilgilenen İngiltere’nin fırsatı ganimet bilerek Irak’ta bir cephe açmasının kendi açısından mühim sebepleri vardı. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

 

-İngiliz İmparatorluğunun can damarı olan Hindistan yolunun güvenliği için Basra Körfezi’ne hakim olmak,

 

-Irak, İran ve Basra Körfezi’nde elinde bulundurduğu petrol kaynaklarını kontrol altında tutmak,

 

-İngiliz nüfuzunu Irak’tan itibaren Arap coğrafyasında yaymak ve Arapları Osmanlı Devleti aleyhine döndürmek.

 

Osmanlıların, 1.Dünya Savaşına katılmasından önce İngilizler zaten Çanakkale, Basra ve İskenderun Körfez çıkışlarında gemileriyle abluka altına almışlardı. Basra Körfezi ablukasından dolayı Osmanlı Hükümeti, 3 Ekim 1914 günü İngiltere’yi protesto etmiş ve zırhlılarını geri çekmesini istemiştir.İngilizler siyasi ve askeri açıdan son derece gerekli gördükleri bu gerekçelerle 6 Kasım 1914’te önce Basra Körfezine asker çıkarıp hemen peşinden İran sınırında petrol tesislerinin bulunduğu Abadan’a yerleşip 22 Kasım 1914’te Basra’yı işgal ettiler.

 

 

 

 

İngilizlerin Irak içlerinde ilerlemesini durdurmak üzere Osmanlı Devleti, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından Süleyman Askeri Bey’i bir kısım kuvvetlerin başında bölgeye gönderdi. Süleyman Askeri nizami kuvvetlere, bölgede Osmanlı’ya bağlı Arap aşiretlerinden oluşturulan milis kuvvetleri de katarak İngilizleri Rota mevkiinde durdurmayı başardı.

 

İngilizler uğradıkları başarısızlık üzerine kuvvetlerini artırarak yeniden harekete geçti. 14 Nisan 1915’te Şuayyibe Muharebesi’nde Osmanlı kuvvetleri mağlup olarak geri çekildi. Bu muharebede yaralanan ve mağlubiyeti kabullenemeyen Süleyman Askeri maalesef canına kıymıştır.

Irak cephesi kumandanlığına Albay Nureddin Bey tayin edilerek İngilizlerin durdurulmasına çalışıldı. Ancak karşılarındaki Osmanlı kuvvetlerinin zayıflığını farkeden İngilizler bundan istifade ederek hızla kuzeye doğru ilerlediler.

 Nureddin Bey, Kûtülamâre’de bir savunma hattı oluşturarak İngilizleri durdurmak istediyse de buna muvaffak olamadı ve Kûtülamâre 29 Eylül 1915’te İngilizlerin eline geçti.

 İngiliz ordusunun Bağdat üzerine yürümesi Irak cephesinde tehlikeli ve buhranlı bir durum oluşturmuştu. Derhal bu cepheyi savunmak üzere müstakil bir ordu kuruldu. 6. Ordu adı verilen bu kuvvetin başına Alman Mareşal von der Goltz getirildi.

 Kûtülamâre’yi ele geçiren İngilizler, Bağdat üzerine yürüdü. Osmanlı kuvvetlerinin komutanı olan Nureddin Bey Bağdat'ın hemen güneyinde Selman-ı Pâk’ta İngilizleri karşıladı. Çok çetin geçen Selman-ı Pâk Muharebesi’nde son derece kahramanca ve azimle muharebe eden Osmanlı kuvvetleri İngiliz Generali Townshend komutasındaki İngiliz ordusunu mağlup ederek 25 Kasım 1915’te geri çekilmek zorunda bıraktı.

İngiliz birlikleri hızlı bir geri çekiliş hareketiyle 3 Aralık 1915 günü Kûtülamâre gelerek kasaba çevresinde savunma tertibatı aldı. Nureddin Bey kumandasındaki Osmanlı birlikleri de 7 Aralık 1915 günü Kûtülamâre mevzilerini kuşattı.

Kûtülamâre’ye sığınan ve savunma pozisyonuna geçen İngiliz ordusunun amacı, Osmanlı kuvvetlerinin Basra’ya inmesine mani olmak, Kûtülamâre’yi bir köprübaşı yapıp yetişecek olan takviye kuvvetlerle yeniden Bağdat üzerine yönelmekti.

 General Townshend ve askerleri, Kûtülamâre’ye sığındıklarında kendilerinden son derece emindi ve en geç bir ay içinde Basra bölgesinden gelecek takviye kuvvetlerin, Osmanlı ordusunu mağlup ederek kendilerini kurtaracakları inancındaydılar.

 Kûtülamâre’de sıkışıp kalan İngiliz birliklerini kurtarmak için İngiliz Irak Komutanlığı derhal harekete geçti. Bir taraftan Kûtülamâre’yi kuşatan Osmanlı ordusu, öte yandan kuvvetlerinin önemli bir kısmını 30 km. güneyde bulunan Felahiye bölgesine kaydırarak burada, takviye olarak gelen İngilizleri karşıladı.

 15 Ocak 1916’dan 22 Nisan 1916 tarihine kadar Dicle Nehri’nin sol sahilinde bulunan Felahiye mevzilerine İngilizler dört defa taarruz ettiyse de başarılı olamadı. Aynı taarruzları Dicle’nin sağ sahilinde bulunan Beytiisa ve Sabis mevzilerinde bulunan Osmanlı birliklerine yönelten İngiliz ordusu bu cenahta da başarılı olamadı.

Kûtülamâre’de mahsur kalan İngilizler kasabada bulunan 6 bine yakın yerli Arap ahaliyi de savunmanın bir parçası haline getirip kullanmışlardı. Bu Arap ahaliden bazıları çeşitli yollarla kaçarak Türk kuvvetlerine geçmekteydi.

 Kûtülamâre’den Türk tarafına yapılan ilticalardan bir diğeri de İngiliz ordusu içinde bulunan Müslüman Hintli askerlerdi. Müslüman Hintliler karşılarında gördükleri dindaşlarına kurşun atmamak için ölümü göze alarak muhtelif yollarla kaçıp Türk mevzilerine iltica etmekteydiler. General Townshend bu ilticaları önlemek için sıkı tedbirler almış, hatta ibret için iltica etmek isterken yakalanan 12 Müslüman Hintliyi kurşuna dizdirmişse de kuşatma boyunca yüzlerce Müslüman Hintli asker kaçarak Türk tarafına iltica etmişti.

 

 Kûtülamâre’nin güneyinde Osmanlı-İngiliz kuvvetleri arasında bu muharebeler yaşanırken, yiyecek stoğu tükenen ve orduda nakliye ve binek için kullanılan at ve katırları yemeye başlayan İngilizlere havadan ve nehir yoluyla yiyecek ve malzeme yardımı yapılmaya çalışıldı.

 Şubat ayından itibaren İngiliz uçakları her gün 5-10 sefer yaparak çuvallar ve paketler içinde gıda malzemesini Kûtülamâre’de mahsur kalan askerlere attılar. Ancak havadan yapılan bu yardımlar çok başarılı olmadı. Türk askerinin ateşinden sakınmak için yüksekten atılan paketlerin bir kısmı Dicle Nehri’ne, bir kısmı Türk siperlerine düşerken az bir miktarı Kûtülamâre’ye düşüyordu.

 Uçaklarla yeterince yardım gönderilemeyince son bir umut olarak Julnar isimli bir vapura 270 ton gıda maddesi yükleyerek gece karanlığında Türk hatlarının arasında geçip Kûtülamâre ulaştırmayı denediler. 24 Nisan 1916 akşamı yola çıkarılan Julnar vapuru, ilk Türk hatlarını geçmeyi başardıysa da fark edilerek yoğun ateş altına alındı ve karaya oturarak Ali İhsan Paşa komutasındaki askerlerimiz tarafından ele geçirildi. Vapura "Kendigelen" ismi verilerek nehir filosuna katıldı.

 

 

 Bu gemideki gıda malzemesi en az bir ay Kûtülamâre’deki İngiliz birliklerini idare edecek miktardaydı. Bu hayati yardımı alamayan General Townshend, kendisini kurtarmaya gelen birliklerin de bir türlü buna muvaffak olamaması üzerine bütün ümitleri kırılarak teslim müzakerelerine başladı.

 19 Nisan 1916’da tifüs hastalığından vefat eden Alman Mareşal Goltz Paşa’nın yerine Irak’taki 6. Ordu komutanlığına tayin edilen ve rütbesi generalliğe terfi edilen Halil Paşa ile General Townshend, teslim şartlarını görüşmek üzere 26 Nisan 1916’da Dicle nehri üzerinde buluştular. General Townshend, 1 milyon İngiliz sterlini ve bütün silahlarla malzemeleri teslim etme karşılığında kendisi ve askerlerinin serbest bırakılmaları teklif etti. Halil Paşa ise İngilizlerin kayıtsız şartsız teslim olmalarını ileri sürdü. Bu yüzden görüşmelerden bir sonuç alınamadı.

 Halil Paşa askerlerine karşı bulunduğu müthiş hitabında, ‘bu 1500 yıllık İngiliz tarihine kara bir leke, bizim tarihimize şan ve şeref olarak geçmiştir. Aynı zamanda Çanakkale’den sonra İngilizlere verdiğimiz ikinci derstir’ diyor. 

 28 Nisan 1916 günü başka çaresi kalmayan General Townshend, Halil Paşa’ya bir mektup göndererek 29 Nisan öğleden sonra teslim olacağını bildirdi.

 29 Nisan 1916 günü saat 14.30’da Binbaşı Nazmi Bey komutasındaki 3. Alay marşlar söyleyerek Kûtülamâre’ye girdi ve hükümet binasına Türk bayrağını çekti.

 Teslimden sonra Kûtülamâre’ye gelen Halil Paşa General Townshend’le görüştü. Townshend teslim gereği kılıcını Halil Paşa’ya uzattı. Ancak Halil Paşa, bir alicenaplık örneği olarak askerlik vazifesini hakkıyla yerine getiren generalin kılıcını kendisine iade ederek onurlandırdı.

 Teslim alınan Kûtülamâre’de bulunan bütün personel, malzeme, eşya ve her çeşit mühimmatın toplanması ve muhafazası görevi 3. Alay’a verildi. Teslim olan İngiliz kuvvetlerinin subay ve er olarak sayısı şudur:

General rütbesinde İngiliz subayı: 5

Teğmenden albaya kadar değişik rütbede İngiliz subayı: 272

Hintli subay: 204

 İngiliz eri: 2592

 Hintli er: 6988

 Muharip olmayan er ve hizmetli sınıfı: 3248

 Toplam: 13.309

Teslim alınan İngiliz ordusu içinde bulunan hasta ve yaralı olanlar, yapılan antlaşma üzerine İngilizlerin elinde esir olan Türk askerleriyle mübadele edildi. Bu şekilde Kûtülamâre’de esir alınan askerlerden hasta ve yaralı olan 10’u subay 1085 kişi iade edildi ve karşılığında aynı sayıda Türk askeri esirlikten kurtarıldı.

Kûtülamâre’nin diğer esirleri nehir ve karayolu ile Bağdat’a, oradan da İstanbul ve Anadolu’da Bursa, Yozgat Kastamonu muhtelif vilayetlere gönderilerek esir kamplarına yerleştirildi

 Kûtülamâre’de kuşatılıp esir alınan İngiliz kuvvetlerinin komutanı General Townshend ise 3 Mayıs 1916’da yanında bulunan emir subayı ve üç emir eriyle, Yarbay İshak Bey muhafazasında motorla Bağdat’a oradan da trenle İstanbul’a gönderildi. Townshend, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ne kadar İstanbul’da esir olarak tutuldu.

Kûtülamâre Zaferi’nin Önemi ve Sonuçları

 Kûtülamâre’de tam 4 ay 23 gün boyunca kuşatılarak teslime mecbur edilen İngiliz ordusunun bu akıbeti, Çanakkale’deki mağlubiyetten sonra İngiliz ordusunun aldığı ikinci büyük darbe oldu. Daha da önemlisi Kûtülamâre’de kuşatılan 13 bin İngiliz erini kurtarmak için harekete geçen Irak İngiliz ordusu, önünü kesen Osmanlı kuvvetleriyle yaptığı muharebelerde 22 bin asker kaybetmişti.

 Bu muharebelerde Osmanlı ordusunun kayıpları şehit ve yaralı olarak 15 bine ulaşmıştı. Bu önemli kayıpların karşılığında, Irak cephesinde durum kontrol altına alınmış, İngilizlere Bağdat yolu kapanmıştı. Osmanlı ordusunun zaferi, bölgede bulunan Arap aşiretlerinin de Osmanlı Devleti yanında yer almasına yol açarak siyasi açıdan da oldukça faydalı neticeler verdi.

 Kûtülamâre’de 13.309 İngiliz askerinin esir alınması, bütün dünyada yankı buldu. Bu zafer, başta İslam aleminde olmak üzere Osmanlı devletinin müttefiki olan Almanya ve Avusturya’da da büyük bir sevinçle karşılanmış, padişaha ve Osmanlı hükümetine tebrik mesajları yağmıştı.

 Kûtülamâre zaferi üzerine başta Padişah MehmedReşad olmak üzere Harbiye Nazırı Enver Paşa, Irak’taki 6. Ordu’ya tebrik mesajları göndermişlerdi. Bu mesajları birliklerine tebliğ eden 6. Ordu komutanı Halil Paşa; kazanılan zaferden dolayı askerlerini överek tebrik ederken, İngilizlere karşı kazanılan muharebeler ve teslim alınan İngiliz ordusunun hatırasının yaşatılması için 29 Nisan gününü “Kut Bayramı” olarak ilan etmişti.

 İşte Halil Paşa’nın 1916’da “Kut Bayramı” ilan ettiği bu parlak muzafferiyetin yaşandığı 29 Nisan günü, sonraki senelerde “Kut Bayramı” olarak ordu içinde kutlanan ve o günün hatırasına şehit ve gazilerin yâd edildiği özel bir gün olmuştu. Bu güzel ve anlamlı anma günü 1952 yılına kadar devam etmişse de bir rivayete göre 1952’de Nato’ya girildiğinde artık müttefik olduğumuz İngilizlere cemile olarak bir daha kutlanmamıştır.

 Tam 100 yıl önce Irak cephesi gibi Osmanlı coğrafyasının uzak bir köşesinde imkansızlık ve yokluk içinde, karşılarında bulunan her bakımdan donanımlı, zamanın tekniğinin getirdiği bütün silahlarla donatılmış İngiliz ordusunu mağlup eden 13.300 İngiliz askerini esir alan Osmanlı ordusuna mensup kahraman şehit ve gazileri anmak bizlere düşen mukaddes bir görev ve dahi borçtur.

 Her ne sebepten olursa olsun I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale’den sonra kazanılan bu son derece parlak ve önemli zafer, 60 yıldır unutturulmuş olsa bile artık yeniden hatırlanmalı/hatırlatılmalıdır.

 Selman-ı Pâk’ta, Felahiye’de, Sâbistepede, Garraf’ta, Kûtülamâre’de, Osmanlı vatanının bu uzak köşelerinde kahramanca muharebe etmiş olan şehit ve gazilerimizi 100 yıl sonra rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. Ruhları aziz ve şâd olsun.

 

 

İngiliz Tarihçilerin Kut İle İlgili yazdıkları

 Edward Erickson'un ifadesiyle İngilizlerin Osmanlı ordusu karşısında kaybettiği asker sayısı gerçekten de “çok utanç verici"ydi. Kendi sözleriyle söylersek “Aşağı ırklar"ın kuşatmalarına başarıyla direnme geleneği içine işlemiş olan bir ulus (İngiltere) için Kûtu'l-Amâre fevkalâde aşağılayıcıydı."


Yine İngiliz askeri tarihçisi James Morris Kûtu'l-Amâre yenilgisinin “İngiltere'nin askerî tarihindeki en rezilane teslimiyet" olarak tanımlamıştı. Tarihçi Patrick Crowley ise “29 Nisan 1916 tarihi İngiliz ordusu için askerî tarihindeki en ağır hezimetlerden birine şahit olmuştur" diyecekti. Keza Londra Hükümeti 6. Tümen'in toptan teslim oluşunu hazmedemeyerek Mezopotamya Komisyonu'nu kurup yenilgiyi soruşturmuş ve suçluları tespit için ayrıntılı bir rapor hazırlatmıştı.

 

 

******

 

Kutu'l-Amare kahramanı Halil Paşa bugün Yahya Efendi dergâhının haziresinde mütevazı bir mezarda yatar. Kendisi zaferi kazanan arslanlarına şöyle hitap etmiştir:

“Bize 200 seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah'a hamd ü şükr eylerim. Allah'ın azametine bakınız ki, 1500 senelik İngiliz devletinin tarihinde bu vak'ayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu."

93 Harbi olarak bilinen Osmanlı Rus Savaşı gazilerinden 80 yaşındaki Fazıl Paşa'nın Kutu'l-Amare'de şehid oluşu;


Yarbay Bekir Sami Bey'in başından yaralanmasına rağmen cepheden ayrılmayarak Felahiye'de sargılar içinde tümenini yönetmesi;

Ya düşman eline geçen esirlerimiz, binlerce adsız şehid ve gazimiz…

 

*****

 

1890 İstanbul doğumlu Yüzbaşı Mehmed Muzaffer'in hikâyesi ise büsbütün yürek parçalayıcıdır. Kutu'l-Amare'ye gönderildiğinde bir haftalık evlidir. Bölük komutanı olarak Felahiye muharebesine katılır ve boğazından ağır bir yara alır. Yanına bir Mehmetçiği çağırıp ondan aldığı kalemi kendi kanına batırarak son mektubunu yazar. Kanlı zarfın ön yüzündeki ifade Çanakkale'deki ruhun Kutu'l-Amare'de nasıl yeni bir bedene girdiğini gösterir: “Kıble ne tarafta?" Yüzbaşının kendi kanıyla yazdığı mektup “Kelime-i Şehadet" ile devam eder ve “Bölük intikamını alsın" cümlesiyle biter.

Mektup hanımının eline geçer, kadın mektubu 'Bakın emrinizde ne yiğitler çarpışıyor' diyerek Halil Paşa'ya gönderir. Bu sırada ancak bir hafta beraber olabildiği eşinden bebek beklemektedir. Bilir misiniz, bu gencecik anne adayı 6. Ordu Komutanına tam da kocasının bölüğünde nefer olarak görev alabilmek için yalvarmıştır!

 Madem Kutu'l-Amâre, Çanakkale zaferinin verdiği moralle kazanılmıştı, öyleyse Çanakkale gibi 'belirli günlerimiz' arasına alınmalı, İngiliz emperyalizmine attığımız ikinci tokat olarak zihinlere nakşedilmelidir.

 Kut’ul Amare Zaferinin 100 Yılı dolayısıyla Cumhurbaşkanlığımızın öncülüğünde 29 Nisan’da İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Salonunda bir program yapılacak, daha sonra Ankara, Konya gibi şehirlerde bu programlar, sergi, tiyatro, sempozyum, panel söyleşi şeklinde bir dizi program olarak devam edecektir.

 Yine 29 Nisan’da Genel Kurmay Başkanlığını, Harbiye Askeri Müzesi’nde Kut’ül Amare Sergisi açılacaktır. İngilizlerin kayıtsız şartsız tesliminde Osmanlı Ordusuna teslim edilen askeri araç gereç, kılıçlar ve silahlar Enver Paşa’nın talimatıyla İstanbul’a getirilip sergilenmesi için Harbiye Askeri Müzesinde muhafaza ettirilmiştir.

 Kutü'l-Amare'nin 100. Yılı dolayısı ile çok özel bir eser gün ışığına çıkıyor, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı tarafından Irak Cephesi’nde Dicle Grubu ve Kut’ül Amare Cephe Katibi Tokatlı Mehmet Nuri’nin tuttuğu notları;  “Harbi Umumî’de Irak Cephesi” adındaki bu yazma eseri, orijinal hali ve tercümesiyle birlikte Nisan ayının sonunda yayınlanacak.